Bu Blogda Ara

20 Şubat 2011 Pazar

Salı'yı Bekleme - 2

Fenerbahçe bir gidip bir gelen maçta İnönü’den galibiyetle ayrıldı. Aykut Kocaman kariyerinde ilk kez 6 hafta üstüste maç kazandı.

Herşey mükemmeldi. Bu kadar keyif aldığım bir hafta sonu daha yaşamadım son yıllarda. Benim ev kadrosu yoktu o saatlerde, bayılarak izledim. Televizyona yapışıp kaldım adeta. O organizasyon, o çekimler, o şovlar... Ağzımın suyu akarak izledim. İmrendim açıkçası. Amerikalılara özendim. Ntvspor’dan ayrılmadım günün ilk ışıklarına kadar. O nasıl bir üç sayı yarışmasıdır. O nasıl bir smaç yarışmasıdır. Öyle bir jüri ki ayaklarınız titrer onların karşısında. Top süremezsiniz. Fakat Griffin tüm dünyayı hayran bıraktı kendine. Rakibi hem de üç topla birden smaç yapmışken herkes ne yapacağını bekliyordu. Bir de baktık bir araba girdi sahaya. Salona da değil basketbol oynanan alana hem de potanın altına.. Ve o Griffin, basketbolu tekeline almış siyahi oyuncuların arasından sıyrılıp o arabanın üzerinden smaçını attı. Bayıldım. Hele o kızlar.. Birbirinden güzel gencecik kızlar, Laker Girl’ler, diğer takımların amigo kızları. Ekran başında nereye bakacağımı şaşırdım. Böyle bir güzellik var mı? Tek kelimeyle harikuladeydi.

Alex ligimizi sallamaya devam ediyor. Hem gol krallığında hem de asist krallığında zirvede.

Esas güzellikleri kaçırıyoruz. Medyam futbolun içine gömülmüş, Türkiye’deki güzellikleri göremiyor. Görmüyor. İpek Şenoğlu adında pırıl pırıl gencecik kızımız, tenisteki yüz akımız sene başında dünya sıralamasında 91. sıradaydı. Çok değil bir buçuk ay önce. Bu kız Amerika’da iki turnuva oynadı ve topladığı puanlarla kaçıncı sıraya yükseldi biliyor musunuz? Medyam biliyor mu? İpek şimdi 81. sırada. Bir buçuk ayda tam 10 kişiyi ardında bıraktı dünyada. Ve İpek önümüzdeki iki hafta boyunca Meksika'da ter dökecek. İki satır yazan oldu mu? Bir kameraman bir muhabir gönderen oldu mu? Tüm dünya seyredecek İpek’i Acapulco’da. Bütün kameralar sonra Monterrey’e çevrilecek. Nerede benim medyam. Nerede benim vergilerimle yayın yapan TRT?

Maça damgasını vuran hareket Ferrai’nin Lugano’ya attığı dirsek, ardından verilen penaltı ve kırmızı kart. Hakem Cüneyt Çakır’ın yönetimini nasıl buldunuz?

Şimdi efendim..O pozisyonda faulü yapan Lugano. Düdüğünü çalacaksın. Ha sen düdüğünü çaldın faulü verdin. Ferrari dirsek mi attı, çıkar kırmızı kartını göster. Penaltı vermek ne oluyor. Doğrusu Beşiktaş lehine faul, Ferrari’ye de kırmızı kart. Penaltı düzmece. Ezildi Cüneyt Çakır. Aziz Yıldırım’ın devre arasında yaptığı açıklamaların altında ezildi. Fedrasyonu avucunun içine almış oynuyor Aziz Yıldırım. Bu yakalamış bu pişirmiş bu yemiş bu da hani bana hani bana demiş yapıyor Aziz Yıldırım Mahmut Özgener’e. Dizine almış hop hop hoplatıyor. Uçtu uçtu yapıyor. Maçı Beşiktaş'tan aldı, altın tepside Fenerbahçe'nin ayaklarının önüne serdi Cüneyt. Beşiktaş topu kapsak da gol atsak, 3 yapsak, 4 yapsak diye iştahlı bir top oynarken, Q7 çetesi şaha kalkmış sağdan, soldan ortadan akın akın gelirken dur dedi Cüneyt Çakır. Ligin de tadı kaçtı böylece. Şampiyon şimdiden belli. Fenerbahçe'ye hayırlı olsun.

18 Şubat 2011 Cuma

Gündem ya... Mecburiyet. - 1

Fenerbahçe’nin ABD’li bayan basketbolcusu Diana Taurasi’nin doping yaptığı tespit edilmiş ve bu oyuncunun sözleşmesi Fenerbahçe tarafından feshedilmişti. Doping testini yapan Hacettepe Üniversitesi Taurasi’nin itirazını değerlendirdi ve verdiği raporu geri çekti. Bir kaç futbolcu ve basketbolcu için de verilen “dopingli” raporu iptal edildi. Daha öncesinde Hacettepe’ye güvenmeyen ve Köln’deki doping merkezinde testlerinin yapılmasını isteyen Fenerbahçeli iki bayan basketbolcu Türkiye’deki yetkili otoriteye güvenmediği için hain ilan edilmişti. Fenerbahçe de isyan eden bir kulüp, başkanı Aziz Yıldırım da dopinge yaklaşım konusunda çifte standart yapmakla suçlanmıştı.

Bütün bunları acı acı gülerek ve halimize acıyarak izliyorum. Tüm dünyaya hem de nasıl rezil olduğumuzu üzülerek takip ediyorum. Yazık. Bin kere yazık. Bütün dünyada konuşuluyor bu. Herkes biliyor, sokaktaki çocuk dahi biliyor ki women’in tam karşılığı “kadın”dır. Bayan basketbol, bayan voleybol yoktur. Kadın basketbol vardır. Kadın voleybol vardır. Bütün dünyada bu böyledir. Çin’in tundralarında da Aztek çöllerinde de kadın kullanılmaktadır. Biz hala tutturmuşuz; Fenerbahçe’nin bayan basketbolcusu Taurasi, Avrupa Bayanlar 100 metre engelli şampiyonu Nevin Yanıt. Kadın anadır. Kadın ailenin sözü edilmeyen esas reisidir. Anadır örfü adeti devam ettiren. Kadın anadır. Anadolu’dur. Hala okuyoruz gazetelerde. Bayan basketbolcu Taurasi’nin tedbiri kalkmış diye. Kadın basketbolcu kadın. Herkes biliyor bunu. Tüm dünya biliyor. İskoçya’da ip atlayan saç örgülü küçük kız da biliyor, Himalayalar’daki Shaolin rahibi de. Bir biz bilmiyoruz. Kadın deyin şuna yahu. Kadın. Kadın hoştur, eştir. Sevgilidir. Yardır yarendir. Gül kokulu aşkımızdır. Josephine’dir, Julliet’tir. Leyla’dır, Şirin’dir. Bir tek biz bayan diyoruz. Rezalet. Koca bir fiyasko.

15 Şubat 2011 Salı

Salı'yı Bekleme - 1

Fenerbahçe’nin yine kayıpsız atlattığı, şampiyonluk yarışında da Bursa’yı geçtiği bir haftayı geride bıraktık.

Fenerbahçe’nin ilk golü herşeyi anlatıyor. Golden sonra Senegalliler bir yanda, Türkler ve Brezilyalılar bir yanda. Golü atan Niang’a koşan kimse yok. Vatandaşı, hemşehrisi, dilini bilen, ırkdaşı ile bir köşede, takımın geri kalanı diğer korner noktasında. Düşünebiliyor musunuz? Afrikalılar ne halde Fenebahçe’de. Adeta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar. Kara toprakların köleleri adeta. Kimin? Aziz Yıldırım’ın. Aziz Yıldırım kulübü ırklara renkler göre ayırmış.. Sizler kara derileriniz beyaz dişleriniz kıvırcık saçlarınızla burada ancak birbirinizle mutlu olabilirsiniz, sizler bize denk değilsiniz diyor Aziz’in yüz dört senelik Fenerbahçesi. Bu mu gençlere insan sevgisini aşılayacak spor kulübü? Bu mu “kalpleri fetheden renkler”? İsraillisi, Sırpı, İsveçlisi, Surinam asıllı Hollandalısı, Viking kanı taşıyan Danimarkalısı, Hindusu, Yugosu, Slavı ter akııtı o kulüpte. Bu mudur Fenerbahçe’nin geldiği nokta? Tüylerim diken diken seyrettim o sahneyi. Şimdiki takım arkadaşı Yobo’ya İngiltere’deyken etmediğini bırakmayan Emre’nin Fenerbahçesi bu aynı zamanda. Hazırlık maçında, dostluk maçında takımını yalnız bırakan sözüm ona takım kaptanı Emre’nin. Utandım. İnsanlığımdan utandım. Bugün Emre oynasaydı üç sarıdan atılması lazımdı. Tribünde pişkin pişkin maç seyrediyo Emre.

Takım halinde savaşan, mücadele eden bir takım seyrediyoruz ligin ikinci yarısında. Aykut Kocaman takımın savunma ve kondüsyon sorununu çözmüşe benziyor.

Şota’nın ikramı. Baştan aşağı bir ikram. Şampiyonluk yarışına girmiş ama ne yapacağını bilmeyen tecrübesiz bir yarışçı Kayseri. Bunun sebebi de korkak Şota. En büyük rakiplerinden birini bitirme, sinidrme, paniğe sokma şansını elinen kaçırdı Şota. Fenerbahçe dağılır, paramparça olabilirdi. Sevgililer Günü zehir olabilirdi. Zihnen de hazırlayamamış Şota takımını. Futbolun gereklerini öğretememiş öğrencilerine. Son dakikada kaleye giden topu çıkardı adeta Kayserinin oyuncusu. Ofsattaki adam; “ben atıcam, ben kahraman olucam” diye kaleye giden topu tamamlıyor. Bana bunu biri anlatsın. Süper Lig’de mücadele eden bir takımın oyuncusunun gole giden topa ofsayttayken kafa uzatmasını bana biri anlatsın. Yardımcı hakem maçın 5 dakika uzayacağını belirten tabelayı kaldırmamışken henüz. Koskoca bir 5 dakika daha oynanacak. O gol olsaydı ne olurdu düşünebiliyor musunuz? İşte Şota’nın takımı.

Antalya deplasmanı, lider Trabzon maçı, son haftaların flaş takımı Manisa ile deplasman ve en son sadece 3 puan gerisindeki ve ilk yarıda yenildiği Kayseri. Dört zorlu maç ve 12 puan. Şampiyonluk için kenetlenmiş taraftarı ile gümbür gümbür geliyor diyebilir miyiz Fenerbahçe için?

Geçiniz. Kim vardı Kayseri’nin kalesinde? Volkan Babacan. Kimdir Volkan Babacan? Yıllarca Fenerbahçe’de yedek olarak beklemiş, Volkan Demirel’in gölgesinden kurtulamamış Babacan. Demirel’i kesemediği için artık forma giyebileceği bir kulübe gitmiş gerçekten de çok yetenekli bir kaleci. Ama bu yetenek Fenerbahçe’ye Fenerbahçe’deyken hizmet etmeye yetmediği için Aziz Yıldırım başka bir takımda kullanmak istedi Babacan’ı. Sokaktaki çocuk bile biliyor bunu. Ama benim medyam bilmiyor. Kayseri maçı da bütün dünyaya gösterdi bunu. İlk golde nasıl da verdi Özer’e topu. Gözlerime inanamadım. Aziz Yıldırım artık bu işleri aleni yapmaya başladı. Masada kazanmayı öğrendim dediği günden beri aldığı yol artık işi buralara getirdi. Ya ikinci gol? Herkes biliyor ki Alex ortayı yapar Lugano da kafayla vurur. Ama Volkan bunu bilmiyormuş gibi kornerden gelen topa çıkmadı bile. Üstüne Babannemin bile tutacağı kadar yumuşak topu önce tuttu sonra içeri aldı. Hadi canım sen de.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Fenerbahçe Bir Spor Kulübüdür.

Fenerbahçe, kuruluşu 1907’ye isabet eden Türkiye’nin en önemli kurumlarındandır.
Yüz yılı aşkın tarihiyle ülkenin her kesiminden insanı kendisine hayran bırakmıştır.

İlkokul öğrencisinden dış ticaret müsteşarına, başbakanından kestane kebapçısına, okul müdüründen feriştahına geniş bir yelpazede seveni vardır.

Bu yüz yılı aşkın tarih bu kitleleri oluşturmuştur.

Marşında yer alan Cihat’lar Lefter’
ler Can’lar Fikret’leri canlı seyredip çocuklarına anlatan şahitlerin de bu sevginin bu kadar yayılmasında payı büyüktür.
Bir spor kulübünün arkasından bu kadar insan nasıl koşabilir, sahiplenebilir?

Bu saydığım isimlerden yola çıkarak bir spor kulübüne olan bağlılığın aslında ne kadar da normal olduğunu hep beraber göreceğiz.

Cihat Arman

İstanbul'da doğan Cihat Arman, buz hokeyine 1933 yılında 15 yaşında Gençlerbirliği genç takımında başladı.

Kısa zamanda A takıma yükseldi. 1936 yılında İstanbul’a Güneş Spor Kulübü'ne transfer oldu. Ancak bu kulübün kapanması ile Fenerbahçe'ye geçti. Buz pistlerindeki mükemmel kurtarışlarıyla Uçan Kaleci unvanını aldı. Sarı-Lacivertli forma altında 308 kez sahaya çıktı.

Kendi yaptığı kaleci atışını yine karşı kaleden kendisi çıkarırdı. Uçardı diyorum. Giydiği sarı forma sebebiyle Fenerbahçe'nin kanarya sembolünü almasını sağladı. Buz zeminden taşan şöhreti binlerce genci Fenerbahçeli yaptı.

Lefter Küçükandonyadis

Türk voleybolunun en popüler smaçörü olarak yıllarca alkışlanan Lefter, 1925'te, Rum bir balıkçıyla Türk bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Voleybola Büyükada'da başladı. Küçüklüğünde balık ağlarını ağaçlara gerer levreklerle servis atardı. Fenerbahçe marşında da adı geçen sembol oyunculardandır. Harem’de bir smaç vurdu muydu Kabataş’tan duyulurdu. Kariyeri boyunca toplamda 118.350 sayı alarak rekor kırmıştır. Bir zıplayışta yerden dönen smaçına bir smaç daha atardı. İlk smaç servisi atarak dünya voleybol tarihine adını yazdırmış ve “Ordinaryüs” lakabını almıştır. Smaçörlüğünden ötürü Ver Lefter'e, yaz deftere! sloganı onun için çıktı. Aman ne yaratıcı. Ya ne olacaktı ki. Lefter’le kafiyeli ne var ki defterden başka.

Eline top geçiren her çocuk o yıllarda; “Lefter topu havaya attı.. Zıplıyoooor ve sayııııııı” diye sokakları arşınlardı. Fenerbahçe’nin bu kadar çok sevilmesi Lefter’in attığı o muhteşem smaçlardan gelmektedir biraz da.

Can Bartu

1936 yılında İstanbul'da doğan Can Bartu, Türk milli takımı formasını hem basketbol hem jimnastik hem de kriket dallarında giyen ilk ve tek sporcudur. Spor hayatına Fenerbahçe forması altında basketbolla başlayan Can Bartu, Fikret Arıcan'ın teşvikleriyle branş değiştirdi ve jimnastiğe başladı. Kısa sürede genç takımdan A takıma yükselen ve basketbol hayatına da devam eden Bartu, basketbol maçından çıkıp jimnastik minderine koşmasıyla ünlendi. Üstüne bir de evine dönerken de mahallenin veletleriyle kukalı saklambaç oynardı.

Nadya Komaneçi’nin Karpatlar’ın Canbartusu olarak anlıması Can Bartu’nun kulplu beygirde yaptığı kendine özgü harekketten ileri gelmektedir. Asimetrik paralelde topladığı altın madalyalar o yıllarda ağaçtan ağaca zıplayan çocukların Fenerbahçeli olmasında büyük pay sahibidir.

Yer hareketlerini büyük bir maharetle yapmasını sağlayan ufak-tefek fiziği sayesinde minyon lakabını almıştır. Daha sonraları bu lakap kulaktan kulağa minyör, günümüze de sinyör olarak ulaşmıştır. 22 sezondur oynayan Simpsons adlı seride evin haylaz oğluna da isim kaynağı olmuştur. Haylazın babası da Homer Çavuşoğlu zaten.

Fikret Arıcan

Fenerbahçemizin genç takımında yetişen ve kulübümüze atletizmde teknik direktör ve başkan olarak hizmet eden Fikret Arıcan 1911'de İstanbul'da doğdu. 1927'de A Takıma yükselen ve Fenerbahçemiz'de 20 yıl spor yapan Arıcan milletin sırıkla atladığını sırıksız atlardı. Uzun olsun, üç adım olsun, sırıklısı-iplisi bilhassa atlama deyince akla hep Fikret gelirdi. Yeşilçam’ın en şaşaalı zamanlarında Gönül Yazar ile çektiği Atlama Değmez Hayat rol yeteniğini de gözler önüne sermiştir.