Bu Blogda Ara

11 Eylül 2012 Salı

Çarşamba'yı Bekleme / 2012-2013 Milli Maç Özel


Selçuk İnan’ın Hollanda maçında kadroya alınmamasının ardından eleştirilen Abdullah Avcı yönetimideki milli takımımız Estonya’yı yenerek Hollanda maçını unutturdu.

Şimdi bir hocanın kafasındakiler farklı olabilir. Takımı çağıran, kampta toplayan, o takımla yaşayan, onlarla beraber vakit geçiren, antrenman programlarını oluşturan, futbolcunun o gün kaç kalori aldığını, bir önceki gün kaç kilometre koştuğunu metresine kadar bilen, not tutan, geceleri üşümesin diye üstünü örten teknik direktör ve yardımcıları. Buna saygı göstermek lazım. Kafasında bir oyun planı vardır, bir şablonu vardır, onu uygulamak üzere hamlelerini yapar hoca. Rakibe göre tedbirlerini alır, gerekirse Selçuk’u yedek oturtur, Tolga’yı sağ bek oynatır. Hocayı yermek, yerden yere vurmak kolay olan. Hocanın ne yaptığını anlamaya çalışan yok medyada. Mal bulmuş Ma’ğribi gibi atladı medya. Mağribi yazılmaz Ma’ğribi yazılır. Afrika’nın Mısır hariç diğer kuzey ülkeleri. Fenerli medya Alex-Aykut maçının rövanşının peşinde. Abdullah Avcı’nın kellesinin peşinde Fenerli medya. Selçuk’u dolduruşa getirme, isyan ettirme peşinde medya. Fener’in rakibini baltalama, düzenini bozma, tekerine çomak sokma peşinde medya. İsteniyor ki Selçuk baş kaldırsın, hocalarının üzerine yürüsün, krampon fırlatsın. Abdullah’a kafa atsın, Fatih’e parmak atsın istiyor Fenerli medya.

Hakemin maça 2 dakika uzatma verdiği anlarda Burak’a tribünlerden ağıza alınmayacak küfürler, hakaretler yükseldiğine şahit olduk. Üzücü değil mi bu?

Utandım. İnsan olduğumdan utandım. Üstelik hem de ulusun, ülkenin, memleketin hem de nasıl, birliğe, beraberliğe, sevgiye, inanca ve kucaklaşmaya muhtaç olduğu şu günlerde Şükrü Saraçoğlu’ndaki o hayvanların çıkardığı sesten bir Türk olarak değil bir insan olarak utandım. Afyon'da tüm yurdu yasa, endişeye, hatta dehşete düşüren bir olay yaşanmışken, 25 tane gencecik filiz yapraklarını açmadan toprak olmuşken, bir vatan evladına reva görülen muameleyi göz yaşlarıyla izledim evimde. Burak’ın gözlerinde korkuyu, endişeyi, çaresizliği görüp de dehşete düşmemek mümkün mü? Çırpınıyordu Burak. Haksızlığa uğramış ilkokul birinci sınıf talebesinin annesini arayan gözleriyle bakıyordu yedek kulübesine, şeref tribününe. Kurtarın beni, alın beni buradan diye inliyordu hocasının gözlerinin derinliklerine bakarken. Tek suçu ay yıldızlı formayı giymek düşünebiliyor musun?. Mesleği gereği bir takımda top oynamak zorunda, karnını doyurmak ailesine bakmak zorunda Burak. Ama mesleğini icra ederken giydiği forma maçın oynandığı stadın sahibi kulübün ezeli rakibine ait. O stadın seyircisinin umurunda değil o an hangi maçın oynandığı. Ezelli rakibinin bir futbolcusu vatani görevini yerine getiriyormuş umurunda değil gözü dönmüş fanatiklerin. Bu topluma nefreti, kulüpçülüğü, ben ve öteki kavramını öğreten, ülkeyi kutuplaştıran, düşmanlığı getiren adam yaptı o stadı. Gurur duymuştur seyrederken Aziz Yıldırım. Eseriyle övünmüştür Burakcık boynu bükük soyunma odasının yolunu tutarken. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder